23 Şubat 2008'den itibaren Yeni Söz'de yayınlanan yazım.
"Biliyorsun bizim her türlü yalnızlığımız
Yeni bir dil olacak yarın.” Edip Cansever
İnsan yeni bir söz söylerken kendini yalnız hisseder ilkin. Hele ki, söz kalabalıkların aksineyse iyice umutsuzluğa düşer. Aslında bu umutsuzlukta söz gümüşse sükut altındır diyen atasözünün aksine altını değil, gümüşü tercih etmenin soyluluğu vardır. Söylenmemiş aşkın güzelliğiyledir diyen Dranas’la da, “ancak söylenmemiş aşklar aşktır” diyen William Blake’le de ayrı düşmenin ağırlığı vardır. Bazen aşk da sözler de söylenmelidir. Şimdi “dağılmış pazar yerlerine benzerken memleket” bir sözle, belki de sadece “domates, biber, patlıcan” demekle bile insanların dönüp bakmasının sağlanacağını anlama zamanıdır.
En çok bağıranın haklı sayıldığı dünyada iki sözün arasında kalmaksa en kötüsüdür. Hiçbir söze kendini ait hissetmemek yani. Tıpkı bizim şimdi durduğumuz yer gibi.
Endişelenmeyin, moda olduğu üzere ‘kaç kişi” olduğumuzu soracak değilim. Çünkü biliyorum ki azız, yalnızız. Ama girişte alıntıladığım Edip Cansever dizesinde olduğu gibi yeni bir dil olabilir yalnızlığımız.
Nasıl mı?
Oğuz Atay, günlüğünün bir yerinde bizim trajedimize dair şunları yazıyor;
“Öyle bir yarım yamalaklığımız var ki, bizim dramımız, trajedimiz, akıl almaz bir biçimde gelişiyor. Ayrıca bir trajedinin içinde olduğumuzun farkında bile değiliz. çok güzel yaşayıp gittiğimizi sanıyoruz. İktidardaki adamlar da, bu sanıyı bütün millet adına dile getiriyorlar. birkaç aydın dışında bunu anlayan yok gibi. O aydınlar da, sosyal bir takım sözler ediyorlar. Psikolojik yönü boşlukta kalıyor bu meselenin. İnsanlarımız bu kötü yaşantıyı dile getirmenin, 'muhalafet yapmak sanıyorlar. yapanlar bile, 'muhalafet yaptıklarını sanıyorlar bir bakıma.”
Muhalafet sadece olanı anlatmak mıdır?
Bana kalırsa Oğuz Atay’ın paragrafındaki en vurucu cümle “insanlarımız bu kötü yaşantıyı dile getirmenin, ‘muhalefet yapmak olduğunu sanıyorlar, yapanlar bile muhalefet yapmak sanıyorlar bir bakıma” cümlesi. Yeni sözü eskisinden ayıran belki de bu olmalı. Kötü yaşantıyı dile getirmekten fazlası. Kalabalıklarla konuşulacak dilin ne olacağının tartışması.
Artık şunu öğrendik ki, bu siyaset biçimiyle, mevcut dille bir şeyler yapmak olanaksız. İnsanlar aç yatarken, tersanelerde ölürken, dersanelerde sürünürken, yoksulken, evsizken, güvencesizken onlara içi boş sözlerle gitmenin fayda etmediğini hep birlikte gördük.
Sağdan da soldan da saysan aynı!
Başörtülü bir kadını meydana çıkarıp başını açtırarak kaç kişi olduğunu sınamanın aynı topluluğu sürekli içtima etmek olduğunu biz biliyoruz. Ya o kalabalığın içinde sadece yeni bir söz olduğunu bilmeden duranlar. Ya da tam tersi sırf bir aidiyet ihtiyacıyla ülkü ocağına yahut tarikat sohbetine giren çocuklar. Sözümüzü onlarla paylaşmanın yolu var mıdır?
Yeni sözler için yeni bir dil
Buradan bakıldığında Yeni Söz hızlandırılmış bir dil kursu olmalı. Evet aradığımız şey yeni bir söz… Düşündüğümüz şeyleri rafine etmenin vakti şimdi. Ama yeni bir söz için yeni bir dil lazım… Bu da bizim yalnızlığımızda saklı. Yalnızlığımızı çoğalta, çoğalta paylaşmakta saklı. Sıkılmadan, gücenmeden, küçümsemeden sözlerimizi her yerde dillendirmekte saklı. Venezuella’da makarna paketinin üzerine bile devrimi anlatan güçlü sözler yazdıracak inançta saklı.
Basit bir internet kullanıcısı olarak ben Yeni Söz’ü tüm bu travmatik hallere karşılık durup sakince ve her şeye rağmen sözünü söyleyen bir yer olarak gördüm. Çünkü; sükut altınsa bile yastığın altındaki altının kimseye faydası yok. Varsın gümüş olsun sözümüz ama her yerde dillensin, harcansın, ama yeter ki, ağızdan ağıza, kulaktan kulağa geçsin, çoğalsın. Çünkü yalnızlığımızdan başka hiçbir silahımız yok bizim, ondan bir dil yaratmamız lazım.
"Biliyorsun bizim her türlü yalnızlığımız
Yeni bir dil olacak yarın.” Edip Cansever
İnsan yeni bir söz söylerken kendini yalnız hisseder ilkin. Hele ki, söz kalabalıkların aksineyse iyice umutsuzluğa düşer. Aslında bu umutsuzlukta söz gümüşse sükut altındır diyen atasözünün aksine altını değil, gümüşü tercih etmenin soyluluğu vardır. Söylenmemiş aşkın güzelliğiyledir diyen Dranas’la da, “ancak söylenmemiş aşklar aşktır” diyen William Blake’le de ayrı düşmenin ağırlığı vardır. Bazen aşk da sözler de söylenmelidir. Şimdi “dağılmış pazar yerlerine benzerken memleket” bir sözle, belki de sadece “domates, biber, patlıcan” demekle bile insanların dönüp bakmasının sağlanacağını anlama zamanıdır.
En çok bağıranın haklı sayıldığı dünyada iki sözün arasında kalmaksa en kötüsüdür. Hiçbir söze kendini ait hissetmemek yani. Tıpkı bizim şimdi durduğumuz yer gibi.
Endişelenmeyin, moda olduğu üzere ‘kaç kişi” olduğumuzu soracak değilim. Çünkü biliyorum ki azız, yalnızız. Ama girişte alıntıladığım Edip Cansever dizesinde olduğu gibi yeni bir dil olabilir yalnızlığımız.
Nasıl mı?
Oğuz Atay, günlüğünün bir yerinde bizim trajedimize dair şunları yazıyor;
“Öyle bir yarım yamalaklığımız var ki, bizim dramımız, trajedimiz, akıl almaz bir biçimde gelişiyor. Ayrıca bir trajedinin içinde olduğumuzun farkında bile değiliz. çok güzel yaşayıp gittiğimizi sanıyoruz. İktidardaki adamlar da, bu sanıyı bütün millet adına dile getiriyorlar. birkaç aydın dışında bunu anlayan yok gibi. O aydınlar da, sosyal bir takım sözler ediyorlar. Psikolojik yönü boşlukta kalıyor bu meselenin. İnsanlarımız bu kötü yaşantıyı dile getirmenin, 'muhalafet yapmak sanıyorlar. yapanlar bile, 'muhalafet yaptıklarını sanıyorlar bir bakıma.”
Muhalafet sadece olanı anlatmak mıdır?
Bana kalırsa Oğuz Atay’ın paragrafındaki en vurucu cümle “insanlarımız bu kötü yaşantıyı dile getirmenin, ‘muhalefet yapmak olduğunu sanıyorlar, yapanlar bile muhalefet yapmak sanıyorlar bir bakıma” cümlesi. Yeni sözü eskisinden ayıran belki de bu olmalı. Kötü yaşantıyı dile getirmekten fazlası. Kalabalıklarla konuşulacak dilin ne olacağının tartışması.
Artık şunu öğrendik ki, bu siyaset biçimiyle, mevcut dille bir şeyler yapmak olanaksız. İnsanlar aç yatarken, tersanelerde ölürken, dersanelerde sürünürken, yoksulken, evsizken, güvencesizken onlara içi boş sözlerle gitmenin fayda etmediğini hep birlikte gördük.
Sağdan da soldan da saysan aynı!
Başörtülü bir kadını meydana çıkarıp başını açtırarak kaç kişi olduğunu sınamanın aynı topluluğu sürekli içtima etmek olduğunu biz biliyoruz. Ya o kalabalığın içinde sadece yeni bir söz olduğunu bilmeden duranlar. Ya da tam tersi sırf bir aidiyet ihtiyacıyla ülkü ocağına yahut tarikat sohbetine giren çocuklar. Sözümüzü onlarla paylaşmanın yolu var mıdır?
Yeni sözler için yeni bir dil
Buradan bakıldığında Yeni Söz hızlandırılmış bir dil kursu olmalı. Evet aradığımız şey yeni bir söz… Düşündüğümüz şeyleri rafine etmenin vakti şimdi. Ama yeni bir söz için yeni bir dil lazım… Bu da bizim yalnızlığımızda saklı. Yalnızlığımızı çoğalta, çoğalta paylaşmakta saklı. Sıkılmadan, gücenmeden, küçümsemeden sözlerimizi her yerde dillendirmekte saklı. Venezuella’da makarna paketinin üzerine bile devrimi anlatan güçlü sözler yazdıracak inançta saklı.
Basit bir internet kullanıcısı olarak ben Yeni Söz’ü tüm bu travmatik hallere karşılık durup sakince ve her şeye rağmen sözünü söyleyen bir yer olarak gördüm. Çünkü; sükut altınsa bile yastığın altındaki altının kimseye faydası yok. Varsın gümüş olsun sözümüz ama her yerde dillensin, harcansın, ama yeter ki, ağızdan ağıza, kulaktan kulağa geçsin, çoğalsın. Çünkü yalnızlığımızdan başka hiçbir silahımız yok bizim, ondan bir dil yaratmamız lazım.
iletişim
umit@umitalan.net
twitter.com/umitalan
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Etiketler
Birgün Yazıları
(45)
Köşe Vuruşu
(45)
Yeni Söz Yazıları
(11)
Röportaj
(2)
Tuzla Tersanaleri
(2)
İşçi Ölümleri
(2)
AKP
(1)
Arundathi Roy
(1)
Can Dündar
(1)
Darbe
(1)
Ece Temelkuran
(1)
Edward Said
(1)
Ergenekon Operasyonu
(1)
Gazze
(1)
Mustafa
(1)
Mustafa Kemal Atatürk
(1)
Radikal Yazıları
(1)
S
(1)
Savaş
(1)
Sosyal Güvenlik
(1)
Tuzla
(1)
Ufuk Uras
(1)
belgesel
(1)
istanbul
(1)
işsizlik
(1)
kot taşlama
(1)
sermaye
(1)
sol
(1)
taşlanmış kota boykot
(1)
toplumsal paranoya
(1)
yoksulluk
(1)
Çocuk İşçiler
(1)
örgütlenme
(1)
üçüncü köprü
(1)
üçüncü köprü yerine yaşam platformu
(1)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder