iletişim

umit@umitalan.net
twitter.com/umitalan

Pazartesi, Temmuz 28, 2008

Gemilerde kıyım var!

27 Mart 2008'de Yeni Söz'de yayınlanan yazım.



"Günlük yevmiyem 35 lira. Yaptığım iş taşlama; kaynakların üzerinden saçakları alıyoruz. Sabah 8’de başlıyorum işe, akşam 5’te normal mesayim bitiyor. Yemeğe gidiyorum. Gece saat 10’da bir daha mesaiye başlıyorum, sabah 6’ya kadar.”

Ahmet Yıldız (Tersane İşçisi)

Yukarıdaki sözleri Express dergisinin arka kapağından okuduğumda “kapatma davası” tartışmaları çoktan başlamıştı. Tuzla Tersaneleri’nde yaşanan dram, birkaç basmakalıp açıklamayla gündemden çekilivermişti. Hatta aynı zamanda tersane sahibi bir aileye mensup MHP Milletvekili Durmuşali Torlak, tersanelerdeki işçi ölümlerinin Japonya ile aynı olduğunu, Malezya’dan Tavyan’dan, Çin’den daha düşük olduğunu bir böbürlenme meselesi bile yapmıştı. Müjdeler olsun ki, işçi ölümleri liginde iyi bir pozisyondaydık. Hoş, bu istatistiki verinin hayali olduğu da iddia edildi. Ama olsundu, nasılsa bu meclis kürsüsünden söylenen ilk yalan olmayacaktı.

Cebren ve hile ile...

Atatürk, Gençliğe Hitabesi’nde “cebren ve hile ile aziz vatanın bütün tersanelerine girilmiş” olabileceğini bir ihtimal olarak sıralar. “Millet Fakr-ü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir” diye de belirtir. Sadece son yedi ayda 18 kişi ölse de, şükürler olsun ki, tersanelerimizde durum bu halde değil. Zira yabancı sermayenin olmadığı bir sektörle karşı karşıyayız. Kazaların sebebi olarak gösterecek bir yabancı yok. Ancak milletin fakr-ü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olduğu açık. Tersanelerimizde cebren ve hile ile bir oyunun sürdüğünü de rahatlıkla görebiliyoruz.

Nasıl bir oyun?

Tuzla’daki tersanelerde asıl işin yerini almış taşeronluk sistemi, emek örgütlenmesini parçalayan bir faktör. Üretimin %95’ini gerçekleştiren taşeron işçilerinin sendikası LİMTER-İŞ çalışma bakanlığı tarafından “yetkisiz sendika” ilan edilmiş. Buna karşılık küçük orandaki kadrolu işçilerin üye olduğu DOK Gemi-İş ise yetkili sendika. Yetkili sendika DOK Gemi-İş’in, iş kazalarıyla ilgili hiçbir eylem ve açıklamasının olmaması da rengini belli ediyor zaten. Bu da şu anlama geliyor; kadrolu işçiler yaşamın da kadrolu üyeleri, ama ölümleri birilerine taşere edebiliriz pekâlâ.

Sermaye babaları Recep diye ağlaşır!

Bu yazının konusu, elbette kapatma davası değil. Tam aksine davanın değiştirdiği gündemin bir eleştirisi. Dolayısıyla kapatma davasının bir yorumunu yapmayacağım. Ancak dava AKP’nin imdadına öyle bir zamanda yetişti ki, Ne 14 Mart’taki iş durdurma eylemi, ne çalışan kesimlerin uyanışı, ne de ekonomik kriz beklentisi konuşulmaz oldu. Bir kesim demokrasi muhafızı kesilip “Recep” diye ağlaşırken, diğer bir kesim AKP’den kurtulmanın onu kapattırmaktan geçtiğine inanacak kadar çaresiz. Özgür Mumcu’nun belirttiği gibi bu memlekette bir iş daha karakolda bitiyor. Zaten türkümüz de “Hani benim Recebim, recebim sarı lira vereceğim, almazsan karakola gideceğim” diye bitiyor. Sarı liraları birileri alsa da, karakolda dayağı yiyen yine tersane işçileri oluyor. Limter İş Başkanı Cem Dinç, yine Express dergisinde “grev günü yaklaşık 200 kişiydik, polis direkt saldırdı, 15 arkadaşımız yaralandı” diye bu savımızı destekliyor.

Ne talihsiz işçim var

Türküdeki gemilerde talim olsa da, bizim gemilerimizde kıyım var. Hem de öyle gizli saklı değil, göz göre göre yaşanıyor. Arada bir nasılsa gündeme geliyor. Ama hemen onu örtecek yeni bir gündem beliriveriyor. Onun için türkünün aksine bizim Recebimiz talihli. Ya bir kapatma davası, ya bir Kuzey Irak seferi onun imdadına yetişiverir. Recep diye ağlaşacak birileri illa ki, bulunur. Günde 17 saat çalışıp 35 lira yevmiyeyle her an ölümle burun buruna olan İşçi Ahmet’e ağlayan ise zor bulunur.


Ümit Alan

Hiç yorum yok: