iletişim

umit@umitalan.net
twitter.com/umitalan

Çarşamba, Aralık 16, 2009

KÖŞE YAZARININ MUTSUZLUĞU


BUGÜNKÜ BİRGÜN YAZIM TASTAMAM AŞAĞIDA:

Cemal Süreya, “Günler” adıyla yayınlanan günlüklerinin bir yerinde “Mutsuzluğumu hak etmek için yazıyorum bu satırları. (…) Her şey den biraz söz etmek dindirici bir tül gibi iniyor üstüme” diye dertleşir. Cemal Süreya evvela bir şair olduğu için derdi bambaşka. ama geçen hafta bir kez daha hatırladığım bu satırlar, memleket ahvaliyle ilgili olarak samimi bir mutsuzluğa kapılan köşe yazarlarını getirdi aklıma. Her şeyden biraz söz etmeleri bu yüzdendir belki diye düşündüm sonra. Şanlı cumhuriyet tarihimizde yirmi yedinci kez bir parti kapatılırken ve çözüm bir kez daha siyaset dışına atılırken mutlu olmak mümkün değildi. Bir ara umutlanmış, Cemal Süreya’nın çağdaşı, arkadaşı Turgut Uyar’ın dediği gibi, “bütün mümkünlerin kıyısında” olduğumuzu hissetmiştik oysa ki. Bu umutsuzluğun içinde Köşe Vuruşu’nun bu yirmi beşinci yazısına özel olarak, sevmediğim yazı ve yazarları değil de geçtiğimiz hafta mutsuzluğunu samimi bir şekilde köşesine yansıtan yazarları ele alacağım. Kimbilir belki her şeyden bahsedersek, dindirici bir tül iniverir üstümüze.

KORKU
Geçtiğimiz hafta hepimizin ortak duygusu buydu. Barış ihtimalinden biraz daha uzaklaştıkça, korkuyu beklemeye başlamıştık. Ece Temelkuran tüm açıklığıyla bu korkuyu dile getirdi önce. Duyacağımız en korkunç şeyi de söyledi. “‘Terörist’ ve ‘Kürt’ ayrımı ortadan kalkmış durumda. Yetişkin ve çocuk ayrımı bile hatta... Çocukların bile birbirine düşman olduğu bir ülkede iç savaşın çıkmasına ne kalmıştır şunun şurasında!” dedi. İnanmak istemedik belki ama korkusu geldi içimize yerleşti. Sonraki yazısında “Ama daha kaç kere göçük altından kurtarılmak zorundaydı bu ülke?” diye sordu. Ece Temelkuran’ın sorusuna bir soru da ben eklemek isterim: Hayatımızın daha ne kadarını korkuyu beklemekle geçireceğiz biz?

İKİYÜZLÜLÜK
DTP’nin kapatılmasının ardından anaakım medyada yapılan yorumların çoğu aynı noktada birleşiyordu. Karar hukuki açıdan doğrudur, ama keşke olmasaydı. Yıldırım Türker, Radikal’deki köşesinde böyle düşünenleri “kınası arka cebinde hazır akil adamlar” diye tanımlayarak ikiyüzlülüklerinin nefis bir tanımını yaptı. DTP’nin Anayasa Mahkemesi’nce kapatılma kararını hukuken doğrudur diye onaylayanların çelişkisini şöyle teşhir etti: “Çocukları asan anayasayla pek barışık yaşayadururken, hiçbir katilden katliamcıdan üniformalıdan hesap sorulamazken, andıçlarla birbirini satı satıverirken, hepsi boynu bükük hukuk mücahitleriydi. Demokrasiye tapıyor lakin aydın zihinler olarak hukuk karşısında boyunları kıldan ince kalıyordu.”

VİCDANSIZLIK
Tuzla Tersaneleri, kot taşlama işçileri derken bir de ne zamandır hatırlamadığımız maden işçileri geldi yerleşti gündemimize. Elbette yine hepimizi kahreden ölüm haberleriyle. Bu konuyu pek çok yazar işlese de patronların vicdansızlığını en net haliyle Habertürk’ten Umur Talu, döktü kağıda: “İşçileri toplu halde her gün mezara sokup çıkarmış ve bir gün gömmüş...
İnsanların açlık, işsizlik korkusunu alabildiğine sömürmüş...
Sözde denetimde vicdan yoklamamış; can değil, cüzdanları kollamış...
Dünyaları madene gömülmüş 40 çocuğun yetimliğinde dahi utanmamış, hesap üstlenmemiş, hesabı kendine kesmemiş...” insanlardan söz etti Umur Talu. Anaakım medyanın sayıları bir avucu geçmeyen vicdan sahibi yazarlarından biri olarak, korkunun, ikiyüzlülüğün yanına bir de vicdansızlığı ekledi bu haftanın gündemine.

ALÇAKLIK
Hiç kuşkusuz geçtiğimiz haftanın en güzel yazısı gazetemizden Özgür Mumcu’nun yazısıydı. O yazı, belki de bu yılın en güzel, en içten yazısıydı. Bizi mutsuz eden alçaklığa dikkat çekmişti Özgür, bizim gazetenin okurları zaten okumuştur, ama okumayan varsa gazetemizin sitesinden bulur, okur mutlaka. Yine de şurası bir kez daha kağıda düşsün: “O üzerinden onlarca kurşun çıkan ilkokul öğrencisiyle, bir otobüste yanarak ölen genç kızın kardeşliğidir, eğer hâlâ varsa birbirimizi bağlayan.
Yoksa hep beraber alçaklığın konforunda buluştuysak ve birbirimize bunun hikâyesini anlatacaksak, Kürtlük de batsın Türklük de. Hakikaten ikisi de, ölen gencecik kızlardan, oğlanlardan ve çocuklardan daha değerli değildir.”

Özetle; Cemal Süreya’nın dediği gibi, pek çok yazarımız mutsuzluğunu hak etmek için yazdı bu hafta. Yine de biz bu mutsuzluğu hak etmemiştik demek istiyorum. Dünden iyi yarından kötü bir yıla başlamamızı umut ediyorum. Önümüzdeki hafta Köşe Vuruşu, kaldığı yerden devam edecek, ama bu hafta böyle oldu, alıştığınız gibi olmadı. Ortada bunca mutsuzluk varken eğlenerek yazı yazamayacaktım çünkü. Kusura bakmayın e mi?

Hiç yorum yok: