iletişim
umit@umitalan.net
twitter.com/umitalan
Çarşamba, Mart 31, 2010
MEDYAYA YENİ DERNEK ÖNERİLERİ
BUGÜNKÜ BİRGÜN YAZIM AŞAĞIDA DOSTLAR
Geçtiğimiz hafta, siyasi iktidara yakın medyanın önde gelen isimleri bir araya gelerek yeni bir dernek kurduklarını ilan ettiler. Medya Derneği adını verdikleri bu dernek için tanıma uygun bir şekilde ortak hedefler de belirlemişlerdi. Medyanın ve gazetecilerin kalite standartlarını yükseltmek, basın özgürlüğünün sınırlarını genişletmek ve medyadaki çeşitliliği savunmak bu hedeflerin başlıcalarıydı.
Dernek üyelerinden Ekrem Dumanlı, konuyla ilgili yazısında “mesleğin çıtasını yükseltmek” istediklerini vurguluyor ve “örgütlenme” hakkından söz ediyordu. Dernek Başkanı Salih Memecan ise, T24 internet sitesinden Selin Ongun’a röportaj veriyor, derneğin “gazetecilerin kalite standartlarını yükseltmek” amacını ve Dumanlı’nın söz ettiği ‘örgütlenme hakkını’ unutmuş gibi görünüyordu. Memecan, soğukkanlılıkla “ATV-Sabah grevi bizim alanımız değil, çalışan hakkını aldı alamadı; bunlar başka konular” diyebiliyordu. Gazetecinin çalışma koşullarını iyileştirmeden, kalite standartlarını yükseltilebileceği gibi fantastik bir çelişki içindeydi kendisi. Bizimcity’e bağlanmıştı ve kopmaya niyeti yok gibiydi.
Mademki, tasfiye edilecek gazeteciler listesi yapanlar, medyadaki çeşitliliği savunmak için bir araya gelebiliyor. Mademki, “gazeteci hakkını aldı, alamadı bunlar başka konular, bizim alanımız değil” diyenler, gazetecilerin kalite standartlarını yükseltmek için dernek kurabiliyor, öyleyse daha nice dernekler kurulabilir bu sektörde. Ali Kırca’nın ATV yıllarından hatırladığımız tonlamasıyla, şimdi ‘Bizimderneklere’ bağlanalım, dernek önerilerimizi şöyle bir sıralayalım.
‘YANDAŞ MEDYA’DAN DIŞLANANLAR DERNEĞİ
Son günlerde yeni bir mağduriyet kategorisi daha oluştu. ‘Yandaş Medya’nın en hararetli kalemlerinden Fikri Akyüz’ün, Fatih Altaylı’ya yazdığı mektup bu kategoriyi iyice açık etti. Muhafazakâr ve liberal denilen bazı yazarlardan tiksindiğini söyleyen Akyüz, Mustafa Karaalioğlu’na küçük bir eleştiri yaptığı için nasıl dışlandığını aktarıyordu. Artık o cenahın hiçbir medyasında kendisine konuşma hakkı tanınmadığını belirten Akyüz, bu kesimdeki bazı yazarların iktidardan nemalanarak güç sarhoşluğu içine girdiğini içeriden biri olarak itiraf ediyordu. Fikri Akyüz gibi hâlâ AKP yanlısı olmasına rağmen, küçük eleştiriler yüzünden saadet halkasının dışına atılan bu yazarlar için de dernek şart. Çünkü mevki ve çıkar paylaşımında pasta büyüdükçe, onların sayısı artacak gibi.
KÖŞE YAZARLIĞINI KURTARMA DERNEĞİ
Medyada sadece geçen hafta köşe yazarlığı kurumuna getirilen özeleştiriler bile bu kurumun itibarının bir an önce kurtarılması gerektiğini hatırlattı. Cüneyt Ülsever’in, “Pahalandıkça ucuzlayan meta: Köşe yazarlığı” yazısı ve Mehmet Ali Kılıçbay’ın Newsweek Türkiye dergisindeki yazısı, Türkiye’de köşe yazarlığının içler acısı halini ortaya koyuyordu. Yine Ahmet Hakan ve Selahattin Duman’ın Başbakan’ın neden köşe yazarlarını kahvaltıya çağırmaması gerektiğini belirten yazıları, köşe yazarlığı kurumunun itibarıyla dalga geçme niteliğindeydi. Buralardan hareketle köşe yazarları bir an önce mesleklerinin itibarını kurtarmak için dernekleşmeliler bence.
BAŞBAKAN MAĞDURLARI DERNEĞİ
Gün geçmiyor ki, Başbakan bir köşe yazısına sinirlenmesin; yandaş, karşıt ayırmadan azarlamasın. Başbakan’ın köşe yazarlarının ne yazdığına bu kadar dikkat ettiği, hatta onları kontrol etmesi için patronlarını tehdit ettiği ortama bir dernek daha lazım. Başbakan’dan zılgıt yiyen köşe yazarları acilen bir araya gelmeli ve güçbirliliği yapmalılar.
Saymaya kalksak daha pek çok dernek önerisi yapabiliriz ama yerimiz dar. Şimdilik bunlarla yetinelim. Her köşe başında bir derneğin olduğu, hatta lokal açmak için bile paravan derneklerin kurulabildiği ülkeye bir Medya Derneği fazla değil elbette. Ama gazetecilerin kalite standartlarını yükseltmek gibi bir hedefle yola çıkıp, “gazeteciler haklarını almışlar, alamamışlar bizi ilgilendirmez” deme çelişkisine itiraz etmemek de mümkün değil. Yoksa düğün olmuş, dernek olmuş, hacı hacıyı Mekke’de, hoca hocayı tekkede bulmuş kimin umrunda.
Çarşamba, Mart 24, 2010
KÖŞELERİ YAZSAM DİZİ OLURDU
BUGÜNKÜ BİRGÜN YAZIM TASTAMAM AŞAĞIDA:
Hürriyet’le inşa ettiği gazetecilik türünün adını ‘sit-com gazeteciliği’ koymuştu vaktiyle Ertuğrul Özkök. Bu tanım üzerine en güzel yorum da Umur Talu’dan gelmişti bir televizyon programında. Özkök’ün sit-com filan gibi isimler koyarak kendi gazetecilik zaafının bir teorisini yaptığını söylemişti Talu. Kolay haberciliğin bir sonucuydu sit-com. Sıradan haberleri allayıp pullamak ya da gazetecinin bizzat kendisinin haber olması yetiyordu bu gazetecilik türü için.
Ertuğrul Özkök, kendi teorisini sit-com diyerek daraltsa da, aslında bu aralar köşelerde yaşananlar bildiğiniz dizi film formatında. Komedi de var dram da, aşk da var ihanet de. Artık manzara sit-com’un da ötesinde. Köşelerdeki hangi olay, hangi diziyi çağrıştırıyor. Hepsi, hemen şimdi Köşe Vuruşu’nda…
İHANET ONLARI AYIRDI
Her şey Başbakan’ın, Türkiye’de kaçak çalışan Ermenileri kovma tehdidiyle başladı. Buna yandaşlığıyla bilinen bazı köşe yazarları bile isyan etti. Onların isyanı üzerine Başbakan, eski dostlukları unutup “Siz kimin avukatısınız?” diye gürledi. Mevzubahis köşe yazarlarına göre bu bir ihanetti. Köşe yazıları havada uçuştu. Buraya kadar yaşananların hangi diziyi anımsattığını çıkaramadıysanız ben yazayım: Ezel… Özellikle Cengiz Çandar’ın “Başbakan’a sorular” ve “Kimin mi avukatıyım?” başlıklı son iki yazısını okumuşsanız söylediğimi daha iyi anlayacaksınız. Mealen, biz en zor zamanlarında yanında durduk, senin şu yaptığın ihanete bak, diyor Cengiz Çandar. Tahminimce onun kadar kırgın birkaç kişi daha var. Ezel dizisinin sloganı; “ihanet onları ayırdı, intikam birleştirecek” şeklinde. Bakalım dizinin ilerleyen bölümlerinde neler olacak? İntikam mı alınacak, barış mı sağlanacak? Her ne kadar uluslararası literatürde Amca diye anılsa da senaryo gereği Dayı yapacağımız Sam Dayı, daha ne kadar sessiz kalacak? Yani anlayacağınız gerilim giderek tırmanıyor sevgili izleyiciler.
DURUN, SİZ KARDEŞSİNİZ!
Geçen haftanın en ilginç olaylarından biri de Star gazetesi köşe yazarı Şamil Tayyar ile Sabah gazetesi arasındaki tartışmaydı. Şamil Tayyar, Sabah’ı son Fadime Şahin haberlerinden yola çıkarak, Veli Küçük ve JİTEM hakkındaki iddiaları çürütmeye çalışmakla suçladı. Sabah gazetesi ise Medyatava aracılığıyla yaptığı özel açıklamayla Şamil Tayyar’a çok sert çıktı. Özetle, “bırak bu hezeyanları, bizi Ergenekoncuları aklamakla suçlayamazsın” dediler. Tartışmaya bakınca “Durun, siz kardeşsiniz!” demek geliyor insanın içinden. Yandaş medyanın bu iki cephesinin birbirine düşmesi, Yaprak Dökümü’ndeki Ali Rıza Bey’in çocuklarının birbirine düşmesine benziyor. “Hangimiz daha fazla Ergenekon karşıtıyız?”dan çıkan tartışma, saadet dolu bir yuvayı yıkıma götürüyor. Sanki sonbahar yaklaşıyor.
AŞK ÇOK KİŞİLİKTİR
Geçtiğimiz hafta köşelerde dikkat çeken bir başka tartışma ise iki eski dost arasında Hıncal Uluç ve Haşmet Babaoğlu arasında patlak verdi. Bir zamanlar Yaşamdan Dakikalar’da birbirlerine şiir okuyacak denli yaşanmışlıkları olan bu iki eski dost, şimdi “aşkın kaç kişilik olduğu?” gibi soyut bir kavram üzerinden atışıyorlar. Bir taraf, Aşk-ı Memnu’daki Ednan Bey gibi aşkın hâlâ iki kişilik olduğunu savunurken, diğer taraf, “Hayır efendim aşk tek kişiliktir” kime olursa olsun kişi kendi başına yaşar diyor Bihter bencilliğiyle. Şiirler, aforizmalar havada uçuşuyor, taraflar bir türlü uzlaşamıyor. Aşk-ı Memnu’ya bakarsanız Ednan Bey, Bihter, Behlül, Nihal, Matmazel, Beşir vs. derken bayağı kalabalık bir aşk yekünü çıkıyor. Bu yüzden tartışmaya değmez diyorum bu iki usta köşeciye. Aşk kalabalıktır. Ama siz gelin ortada buluşun, aşk 1,5 kişiliktir üzerinde uzlaşın diye ekliyorum. Sonra da bir ocakbaşı restorana gidip 1,5 Adana üzerine künefe ile kutlayın bu barışmayı.
Gördüğünüz üzre sit-com’un çok ötesinde senaryo çeşitliliği var köşelerde. Yani yerimiz olsa her diziye eşdeğer bir köşe mevzusu bulabiliriz. Yani özetle, köşeleri yazsak dizi olur bir nevi. Hem de nasıl olur biliyor musunuz? Rating rekorlarını altüst edercesine.
Çarşamba, Mart 17, 2010
KÖŞE YAZARLIĞI NASIL KURTULUR?
BUGÜNKÜ BİRGÜN YAZIM AŞAĞIDA DOSTLAR:
Serdar Turgut geçtiğimiz hafta “Gazeteciler hayatı anlamıyor” başlıklı bir yazı yazdı. Bu yazıda gazetecilerin insanı hafife
aldığını, haberi ve yorumu yazış biçimiyle insanı ve olayları tek boyuta indirgediğini söyledi. Ancak köşe yazarlarının bu tarz gazetecilere fazla alan bırakmadığına pek değinmedi. Serdar Turgut’un gazetecilerde eksik gördüklerinin, aslında köşe yazarlığının ortaya çıkma nedeni olduğunu, ama köşe yazarlarının bunu çoğunlukla unuttuğunu düşünüyorum şahsen. Bu yüzden Köşe Vuruşu’nda, yeri geldikçe köşe yazarlığının cartayı çekecek bir müessese olduğunu yazdım. Buna gerekçe olarak; Facebook, Twitter, bloglar yani topluca sosyal medyayı ve orada köşe yazarlarının yaptığı lakırdının çok daha niteliklisini yapan isimsiz yazarları gösterdim.
Serdar Turgut’un söz konusu yazısı daha önce okuduğum başka bir yazıyı da hatırlattı. 36 yıl öncesinden gelen bu köşe yazısı, tartışmanın yeni olmadığını gösteriyor. O köşe yazısının sahibi Cemal Süreya. Yazı, 3 Mayıs 1976 tarihinde Politika gazetesinde yayımlanmış, yazarın YKY tarafından Günübirlikler ismiyle derlenen kitabında da yer almış. O yazıdan yola çıkarak bu haftaki Köşe Vuruşu’nu doğrudan ceza sahasına yollamak yerine, kısa pasla açıyorum. Buyrun, şair tarafıyla ruhumuzu besleyen Cemal Süreya’dan bir de gazetecilik dersi almaya…
YENİ GAZETECİLİK
Cemal Süreya’nın söz konusu yazısının başlığı bu. Yeni gazeteciliğin en büyük temsilcisi olarak da Amerika’da yaşayan Art Buchwald’ı gösteriyor. Buchwald o dönemin en çok kazanan gazetecisiymiş. Çünkü, diğer meslektaşlarından farklı olarak haber denilen tek boyutlu olguyu kendine özgü bir humour’la ele almış, bir bakıma hikâyeleştirmiş. Yani habere boyut kazandırmış, insanların üzerine düşünmesi gereken kapılar açmış. Aslında bir nevi köşe yazarıymış 2007’de hayatını kaybeden Buchwald. Ama bir edebiyatçı kıvraklığına sahipmiş aynı zamanda.
KÖŞE YAZARI NE YAPMALI?
Süreya, her ne kadar ‘gazeteci’ diye adlandırsa da yazısında önüne haberin ham halinin geldiği bir iletişim adamından bahsediyor. Bu açıdan bakıldığında bugünün köşe yazarına karşılık gelen görevliye, önüne gelen haberle ilgili dört temel rol biçiyor: Yalınlaştırmak, Yoğunlaştırmak, Seçmek ve Bireştirmek. Cemal Süreya’ya göre bu rollerden en yaratıcı olanı Bireştirmek. Yani işe kişisel kanılarını ve görüşlerini katarak, haberi çok boyutlu olarak ele almak. Süreya, bu yazarlığın en belirgin örneğinin de o yıllarda gazetecilik yapan ünlü romancı Norman Mailer olduğunu belirtmiş.
EMRE AKÖZ ÖRNEĞİ
Eğer köşe yazarları Cemal Süreya’nın bahsettiği gibi habere adeta bir edebiyatçı gibi yaklaşırlarsa, olayın çok farklı boyutları olduğunu fark ederler. O zaman yemek yediği restoranın garson ve aşçı bulamamasından yola çıkan köşe yazarı Emre Aköz gibi, “gençlerimiz iş beğenmiyor, 1.000 liraya işler var halbuki” gibi büyük ve saçma laflar etmezler. Bahsettiği tarzda işlerin kimler tarafından, günde kaç saat çalışarak ve hangi psikolojiyle yapıldığını, insanların nasıl sömürüldüğünü anlarlar. Düşünsenize Emre Aköz’ün, köşesinde, Orhan Kemal okumuş, sırtını zaman zaman edebiyata verebilen bir köşe yazarı olduğunu. Öyle biri, hiç böyle bir genelleme yapabilir mi? Gerçi Emre Aköz’ün bırakın roman okumayı, işsizlik rakamlarına bakması bile o yazıyı yazmaması için kâfi ama, bakmamayı tercih ediyorsa vardır bir nedeni. “Bir genç için 1.000 lira az para mıdır?” diyen Emre Aköz, o 1.000 lirayla sözünü ettiği restoranlarda kaç kere yemek yendiğini de açıklarsa gençlerimiz biraz daha aydınlanır.
Uzun lafın kısası, Serdar Turgut’un gazetecilere biçtiği rolü günümüzde aslen köşe yazarları üstlenmelidir. Köşe yazarlığının çıkış sebebi de, kurtuluş formülü de budur. Olaylara tek boyutlu yaklaşan gazetecilikle, daha boyutlu yaklaşıp elle tutulur kılan edebiyatçılık arasında bir köprü olmalıdır köşe yazarı. Öyleyse diğer lakırdıları blog ve sosyal medya yazarlarına bırakıp, köşeleri haberi boyutlandıracak yazarlara bırakalım. Yani dağdaki Kürtlerin dönüş haberini, “Rojin’i dağa kaldırma fantezisi” boyutuyla ele alan Serdar Turgut, bunu da hesaba katsın. O zaman, bahsettiği sorunların çok karmaşık ve boyutlu olduğunu belki görebilir. Serdar Turgut’un gazetecilikle ilgili yazısının son cümlesi gibi; “Bu, bugün Türkiye’de demokrasinin yerleşmesi açısından atılabilecek en önemli adımlardan birisidir”.
Çarşamba, Mart 10, 2010
KÖŞELERDEN SORUMLU BAKANLIK, NEDEN OLMASIN?
BUGÜNKÜ BİRGÜN YAZIM:
Geçen hafta gündemin yıldızı, gaf konusunda hat-trick yapan Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Aliye Kavaf oldu. Kavaf, önce televizyon dizilerini sakıncalı bularak ebeveyn izleme kurulları gibi muğlak bir oluşumun insafına bırakma, yani bir tür sansür uygulama niyetini açıkladı. Ardından verdiği röportajda, severek izlediği ve önemli mesajlar aldığı tek dizinin Kurtlar Vadisi olduğunu belirterek; öpüşme-sevişme olmasın ama silah ve şiddet olabilir icabında gibi bir algıya yol açtı. Sonuncu gafını ise “eşcinsellik hastalıktır, tedavi edilmesi gerek” vurgusuyla yaptı.
Bakan Kavaf’ın, toplumu zapturapt altına alma şevki nedeniyle Başbakan’a ilham kaynağı olmasından korkuyorum açıkçası. Kimsenin aklına bir şey getirmek istemiyorum ama yazmadan da duramayacağım. Başbakan, hazır köşe yazarlarına bu kadar takmış durumdayken, ister misiniz bir de Köşe Yazarlığından Sorumlu Devlet Bakanlığı icat etsin. Bunun başına da geçen haftaki çıkışından ilhamla Aliye Kavaf’ı getirsin. Çocuklar mazallah 7 yaşında okumayı öğreniyor, gazeteler de uluorta satılıyor deyip bir taşla iki kuş vurmaya kalksın. Görelim bakalım o zaman neler olur?
EKŞİ İLE BABAHAN YILDIZLAŞIR
Geçtiğimiz hafta, köşe yazarlığı alemi, Bakan Kavaf’ın Meclis’ten hiç de yabancı olmadığı üslupta bir tartışmaya sahne oldu. Konusundan ziyade üslubuyla öne çıkan tartışmada Oktay Ekşi’nin “o bacaksızı doğduğu yere kadar kovalayacağım” sözüne, Babahan’dan “Ekşi suratlı adam bir daha anneme laf edersen seni doğduğuna pişman ederim” gibi bir yanıt geldi. Kendisi Kurtlar Vadisi izleyicisi olan Bakan Kavaf’ın, biri eski kurt, biri Eşrefpaşa delikanlısı bu iki yazarın şiddet dolu polemiğini hoş karşılayacağını umuyorum. Yani Kavaf’ın olası Köşe Yazarlarından Sorumlu Devlet Bakanlığı’nda yıldızlaşabilir bu isimler. Aralarına Şamil Tayyar ve Ahmet Kekeç gibi üslup açısından Meclis ortalamasını rahatlıkla tutturabilecek yazarları da alırlarsa şahane bir polemik ekibi oluşur. Şiddet düzeyi açısından Kurtlar Vadisi’ni aratmaz hem. Hep mi Kurtlar Vadisi diye itiraz eden olursa, Oktay Ekşi-Ergun Babahan ilişkisinde, aslında başka bir iktidar senaryosunda Ezel dizisinin dayısıyla yeğenini oynayacak potansiyel de görüyorum ben.
AYŞE ARMAN TEHLİKEDE
Dizi filmlerdeki erotik sahnelerden ‘irrite’ olan Bakan Aliye Kavaf’ın, Ayşe Arman’a tahammül etmesi de zor görünüyor. Düşünsenize dizilerdeki bazı sahnelerin kontrolü için Ebeveyn İzleme Kurulu oluşturmayı bile düşünüyormuş Aliye Kavaf. Hatta olmazsa şifreli kanala da alınabilirmiş televizyon dizileri. Bunları duyunca tabii ister istemez insanın aklına haftada en az bir kere seks bahsi açmadan durmayan Ayşe Arman geliyor. Hem bu Ayşe Arman, bununla da kalmıyor ki, gidiyor eşcinsel hakemle falan röportaj yapıyor, üstüne üstlük Bakan Kavaf gibi tedavi olmasını da önermiyor eşcinsellere. Köşe yazarlarının kontrolü Bakan Kavaf’a verilirse Hürriyet gazetesi Ayşe Arman’ın yazdığı günler poşetle çıkabilir yani.
ESRA EROL YÜKSELİR
Televizyonda meşhur olup köşe yazmaya başlamış pek çok isim var. Köşe yazarları, toplumu disipline etmeye meraklı Bakan Aliye Kavaf’ın sorumluluğuna verilirse televizyondan tanıdığımız bir isim özellikle yükselebilir. Kim derseniz, Esra Erol. Niye derseniz, tam da Aliye Kavaf’ın idealindeki gibi aileler kurmaya çalışan program yapıyor bir defa. Eşcinsellere karşı tutumu, tıpkı Bakan Kavaf gibi. Üstüne üstlük geçtiğimiz günlerde AKP’yi eleştiren bir konuğu stüdyodan da kovdu. Yani Başbakan’ın Türkiye’de arayıp bulamadığı ideal köşe yazarı olur Esra Erol. Öyle Yunanistan’a falan gitmeye gerek kalmaz böylece.
Bu ne böyle; ‘yengemin bıyığı olsa amcam olurdu’ yazısı demeyin? Bakanların bunları söyleyebildiği, Başbakan’ın köşe yazarlarını patronlarına şikâyet ettiği, Başbakan Yardımcısı’nın gazetecilere “Tuu size…” dediği ülkede her şey olur. Köşe Yazarlarından Sorumlu Bakanlık kurmak da ancak böyle bir iktidara nasip olur. Köşe Vuruşu her zaman köşecilere vuracak değil ya, top bazen kafalardan seker, ‘şeref’ tribünündekilerin kucağına düşer.
Çarşamba, Mart 03, 2010
MEDYA PATRONLARINA TAVSİYELER
BU HAFTAKİ BİRGÜN YAZIM:
Başbakan Erdoğan’ın köşe yazarlarına biçtiği payelere bir yenisi eklendi geçen hafta. Daha önce kendilerini ‘ülkenin huzurunu bozmakla’ ve ‘kendisine gaz vermekle’ itham eden Erdoğan, bu kez piyasalardaki düşüşü köşe yazarlarına bağlayarak, onları patronlarına şikayet etti. ‘Maaşını sen veriyorsun, yazacaklarını da sen belirle’ düz mantığıyla hareket eden Başbakan, ‘köşe yazarına hâkim ol!’ deyiverdi medya patronlarına. Aslında ‘yandaş’ diye adlandırılan bir kısım medyanın çalışma prensibi hakkında ipucu verebilir bu sözler. Köşe yazarına olduğundan daha fazla önem atfettiği gibi, medya patronuna gazeteciliği emanet edecek kadar vahimler aynı zamanda.
Oysa aynı Başbakan, daha 13 Şubat 2010’da yaptığı açıklamada; bu kez medya patronlarını çalışanlarına şikâyet etmiş, özetle; siz önce ‘iş takibi yapan patronlarınızı’ takip edin demişti. Anaakım medya elbette Başbakan’ın bu açıklamasını son olaydaki kadar büyük görmedi. Biz de Doğan Akın’ın T24 sitesindeki yazısından öğrendik. Bir yandan medya patronlarını medya gücünü kullanarak iş takibi yapmakla suçlarken, diğer yandan o patronların köşe yazarlarına istediklerini yazdırabilmeleri gerektiğini savunmak Başbakan şahsında AKP mantığının nasıl bir şey olduğunu göstermesi açısından manidar.
Madem köşe yazarları bu kadar etkili, madem Başbakan’ın düşüncesine göre patronlarının onlara istediğini yazdırması gerekiyor, medya patronlarına bazı tavsiyelerim olacak bu hafta. Zira Köşe Vuruşu mazlumun yanındadır; Başbakan’dan zılgıtı yiyen medya patronlarını bile yalnız bırakmaz.
BORSA UZMANLARINI KÖŞE YAZARI YAPIN
Piyasalar köşe yazarlarının ağzına bakıyor ve Başbakan piyasalardaki düşüşü köşe yazarlarına bağlıyorsa, işin kolayı var. Spor sayfası dahil tüm köşeleri borsanın gidişatına hakim uzmanlarla doldurabilirsiniz sevgili medya patronları. Onlar da hayali mutluluk tabloları yazarak, piyasaları düzeltebilir pekâlâ. Milli Takım Dünya Kupası’na gitmiş hatta Yaprak Dökümü’ndeki Ali Rıza Bey hayatında ilk kez mutlu olmuş gibi bile yazabilirler yani. Gülümseyen köşe fotoğrafları da koyarsak piyasaların önünde hiçbir engel kalmaz. İşsizlik tavana vurmuş, yoksulluk kasıp kavurmuş kimin umrunda. Köşe yazarları piyasaları coşturma kabiliyetine sahipse versinler gazı, böylece sizler de Başbakanla iyi tutun aranızı.
İŞ TAKİBİNİZİ YAZARLARA YAPTIRIN
Başbakan’ın ‘siz önce iş takibi yapan patronlarınızı takip edin’ beyanatı size ilham verebilir sevgili medya patronları. Madem ki, Başbakan sizin iş takibi yapmanızdan rahatsız, siz de iş takibinizi köşe yazarlarına yaptırın. Görülmemiş, denenmemiş şey değil zaten. Başbakan’ın ikide bir sataşacağı kadar güçlüyse bu köşe yazarları, iş dünyasında pek çok kapıyı açabilir yani. İş takibine koşturan köşe yazarlarının da hükümetle uğraşacak mecali kalmayacağından Başbakan çok memnun olur bu işe.
AKİF BEKİ KÖŞESİ OLUŞTURUN
Yine Zaytung haberi gibi olacak ama, her gazetede tıpkı sağlık köşesi, ekonomi köşesi, eğtim köşesi gibi bir de Akif Beki köşesi oluşturulsa Başbakanımız mutlu olacaktır. Akif Beki sadece bir tane olduğundan ve Radikal gazetesinde yazdığından Akif Beki ismini kavram olarak ele alacak diğer köşeleri, başka köşe yazarları kullanabilir. Başbakanlık Sözcülüğünden emekli Akif Beki’nin köşe yazarlığına getirdiği yeni açılımlardan feyz alacak yazarlar Akif Beki köşelerinde hünerlerini sergileyebilirler. Başbakan’ın kahvaltısına gelmeyen sanatçılara verip veriştirebilir, Başbakan’a dil uzatan diğer köşe yazarlarıyla polemik vazifesini üstlenebilirler. Başbakanın bu işten çok memnun kalacağına hiç şüpheniz olmasın.
SON TAVSİYE BAŞBAKAN’A
Başbakan köşe yazarlarını öyle güçlü ve etkili bir yere konumluyor ki, bir bildiği var diye düşünmek istiyorum. Yeri geliyor ülkenin huzurunu bozuyor, yeri geliyor piyasaları düşürüyorlar. Bu yazarlar o kadar güçlüyse bakanlar kurulunu onlardan oluşturmakta iyi bir fikir olabilir yani. Bakan sorumluluğunu üstlenince ülkenin huzurunu bozmaz, piyasaları düzeltirler bakarsınız. Yalnız bu işin sonu iyi olmayabilir. Oturduğu yerden memleketi kurtarma ya da batırma kudretine sahip bir de akşamcılar vardır biliyorsunuz, kimseye zararları yoktur ama köşe yazarlarından sonra görev sırası onlara gelirse, partinin tabanı sert tepki verebilir
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Etiketler
Birgün Yazıları
(45)
Köşe Vuruşu
(45)
Yeni Söz Yazıları
(11)
Röportaj
(2)
Tuzla Tersanaleri
(2)
İşçi Ölümleri
(2)
AKP
(1)
Arundathi Roy
(1)
Can Dündar
(1)
Darbe
(1)
Ece Temelkuran
(1)
Edward Said
(1)
Ergenekon Operasyonu
(1)
Gazze
(1)
Mustafa
(1)
Mustafa Kemal Atatürk
(1)
Radikal Yazıları
(1)
S
(1)
Savaş
(1)
Sosyal Güvenlik
(1)
Tuzla
(1)
Ufuk Uras
(1)
belgesel
(1)
istanbul
(1)
işsizlik
(1)
kot taşlama
(1)
sermaye
(1)
sol
(1)
taşlanmış kota boykot
(1)
toplumsal paranoya
(1)
yoksulluk
(1)
Çocuk İşçiler
(1)
örgütlenme
(1)
üçüncü köprü
(1)
üçüncü köprü yerine yaşam platformu
(1)