iletişim

umit@umitalan.net
twitter.com/umitalan

Çarşamba, Nisan 14, 2010

KÖŞE VURUŞU’NDAN KENDİ KALEME GOL


Enver Aysever’in “Cihangir’in Liberal Çocukları!” başlıklı yazısı geçtiğimiz hafta epey tartışıldı. Gazetemizin konuyla ilgili açıklaması ve özrünü yeterli, yazarımız Adnan Bostancıoğlu’nun yazısını isabetli buldum. Bir şeyleri yeniden tekrarlamak istemem. Ama bu köşenin ismi Köşe Vuruşu. Misyonu, köşe yazarları üzerinden medya eleştirisi yapmak. Bu yazıyı atlarsam, bu köşeye ve bu gazetenin okurlarına olan sorumluluğumu da atlamış olurum. O zaman da yazmaya devam etmemin bir anlamı kalmaz.
Eğer Serdar Turgut, “PKK teröristi olamadığıma pişmanım” diye bir yazı yazıp Rojin’i dağa kaldırma fantezisini dillendirdiğinde, “Serdar Turgut olamadığıma üzgünüm” diye bir yazı yazdıysam, şimdi de susamam. Çünkü bu yazı, tıpkı o yazı kadar rahatsız edici. Hangi gazetede yazılırsa yazılsın teşhir edilmeli, kınanmalı. Bunun BirGün olmasına talihsizlik diyelim. Ama yazının da hakkını verelim. Bu haftaki Köşe Vuruşu’nda, bir defans oyuncusu olarak kafaya çıkalım, kendi kalemize bir gol atalım. Çünkü gazetenin açıklaması ve Bostancıoğlu’nun yazısına rağmen, bazı eleştirileri henüz cevaplamış değil Enver Aysever.

KIYAFET VE DAVRANIŞ YÖNETMELİĞİ
Aysever’in bu yazıdan sonra geri adım atmadığı, insanın kanını donduran bir nokta var. “Elindeki içkiyle, ağzındaki sigarayla yanındaki hatuna sırnaşan oyuncu”, “abartılı boyanmış, eteğini kıçına kadar sıyırmış 60’lık hatun”, “barlardan dışarıya dışkı gibi taşan insanlar” tanımlamalarıyla ilgili, Bostancıoğlu’nun yazısına rağmen hiçbir cevap gelmedi Enver Aysever’den. O zaman tekrar soralım, 60’lık hatunların boyanmayı bırakıp, tesettüre filan mı girmesi gerekiyor? Barlarda elimizde içki, ağzımızda sigara hoşlandığımız bir kadına kur yapmamamız mı gerekiyor? Bara gidip dışkı gibi dışarı taştığımız zaman kötü bir şey mi yapmış oluyoruz? Allah aşkına Enver Aysever’in bu tanımlamalarının Yılmaz Özdil’in “bidon kafalı”sı veya Bekir Coşkun’un “göbeğini kaşıyan adam” ya da türbanlı insanlar için kullanılan “sıkmabaş” tanımlamalarından ne farkı var? Bu köşede defalarca eleştirildi bunlar. Bence hiçbir farkı yok. Aynı türden bir ötekileştirme. Bir gün tarif ettiği gibi bir Cihangir barından, tarif ettiği gibi insanların arasından çıkıp, yazar arkadaşım Tuna Kiremitçi’yle ilk uçakla Ankara’ya gitmiştik TEKEL eylemine. İnanır mısınız ‘bir Cihangir barından dışkı gibi dışarı taşmamız’ hiç mani olmamıştı saatlerce işçilerle yürümemize? Enver Aysever böyle düşünmüyor. Oysa kemik gözlük çerçeveleri insanlarınkine, hatta tıpkı benimkine benziyor. Nasıl oluyor da böyle görüyor ve bundan geri adım atmıyor, anlamak mümkün değil?

NE CİHANGİR’MİŞ?
Aylar önce yine bir Köşe Vuruşu yazısında Rauf Tamer’in çok eski bir yazısını, bugün yazdıklarına karşılık gündeme getirmiştim. Tamer, Doğu Anadolu’daki büyük bir deprem sonrası, başlatılan kan bağışı kampanyasıyla gönderilen kanlar için “Dikkat etsinler ha, gönderdiğimiz kan asil kandır” gibi bir yazı yazıyor, Türkiye’nin bir bölgesine yapılan ayrımcılığın bir zamanlar ne kadar meşru olduğunu gösteriyordu. 2010 yılında Enver Aysever’in sonradan geri adım atacağı şekilde İstanbul’un Cihangir semtine yaptığı ayrımcılığın temel olarak bundan hiçbir farkı yok. Kendi gibi düşünmeyen bir topluluğu bir semt adı altında genellemekten kaçınmıyor. Bunun bir adı var, hepimiz bildiğimiz için tekrarlamak istemiyorum. Zaten sonradan kendisinin de utanarak geri adım atmasının ve af dilemesinin nedeni bu.

‘LEŞ’ MESELESİ
Enver Aysever’in kendisinin de işaret ettiği üzere, eleştiriler genellikle çocuk cesetleri için ‘leş’ tabirini kullanmasından geldi. Ben Enver Aysever’in bu sözcüğü yanlışlıkla kullandığını, bunun bir tür “lapsus” olduğunu düşünüyorum. Evet bu sözcüğü o şekilde kullanması büyük bir hata. Ancak, bu yazıya buradan saldırmak hem bel altından vurma, hem de insafsızca bana kalırsa. Üstelik yazıdaki diğer büyük hataların etkisini azaltıyor bu tarz saldırı.
Enver Aysever’in son dönemde İlyas Başsoy’un BirGün ve Birikim’deki yazılarıyla gündeme gelen “Beyoğlu Solculuğu” ve Tanıl Bora’nın Sol, Sinizm ve Pragmatizm kitabıyla gündeme gelen bir tartışmaya katkıda bulunmak gibi bir niyeti var sanki. Ancak oradaki temel meseleyi öyle bir ıskalamış ve konuyu o kadar sakat bir yerden yakalamış ki, hayret etmemek mümkün değil. Aykırı sorular sorduğunu düşünüyor, ama en ufak bir aykırılığa tahammülü yok. Bu haliyle, Metallica konserine giden gençleri; “Laik, ateist, agnostik, aczmendi müsveddeleri” diye tanımlayan Ali Bulaç’tan da pek bir farkı yok.

Hiç yorum yok: