iletişim

umit@umitalan.net
twitter.com/umitalan

Çarşamba, Ocak 27, 2010

EN DEĞERLİ KÖŞE YAZARINI AÇIKLIYORUM



BUGÜNKÜ BİRGÜN YAZIM AŞAĞIDA:

Ertuğrul Özkök, 16 Ocak 2010 tarihli yazısında ortaya “En değerli köşe yazarı kim?” diye bir soru attı. Gündemin yoğunluğundan olacak bu soruyu yanıtlayan çıkmadı. Özkök, Fortune dergisindeki “şirketlerin kullandıkları performans ölçülerinin yalan olduğu” iddiasından yola çıkmış ve konuyu medya ekonomisine bağlamıştı. Medyadan seçtiği örnek de “köşe yazarları ekonomisi”ydi.
“Köşe yazarlarının ölçümünü neyin üzerinden yapılacak?” diye soruyordu Özkök. Okunma/tıklanma sayılarından mı, referans kabul edilmelerinden mi, gazetelerine kattıkları itibardan mı? Bu üç kriteri de ayrı ayrı haklı çıkartacak örnekler bulabiliriz. Ancak bugünlerde bir köşe yazarının değerini belirleyen ve Ertuğrul Özkök’ün aklına gelmeyen başka kriterler de var. Ben bu soruyu cevaplamadan önce o kriterlerden bahsetmek istiyorum.
DARBE PLANINDA YER ALMAK!
Ülkenin Neşeli Günler filmindeki “iyi turşu sirkeyle mi yapılır, limonla mı?” tartışması keskinliğinde kutuplaştığı şu günlerde, köşe yazarları beklenmedik bir anda değer kazanabiliyor. Bir darbe planında adınızın “tutuklanacaklar” listesinde geçmesi büyük bir şans mesela. Bir kere, en kötü ihtimalle 3-5 yazılık bir konu devşirebiliyorsunuz buradan. Bununla da kalmıyor, “demokrasi havarisi olarak ordunun bile düşmanlığını kazandım” pozuyla değerinize değer katabiliyorsunuz. Ertuğrul Özkök’ün artık bunu da bir ratio (ölçü) olarak almasının vakti geldi de geçiyor bile.
Mesela Emre Aköz… Balyoz Darbe Planı’nda tutuklanacaklar listesinde yer alarak aniden gündeme girdi. Çünkü planın hazırlandığı iddia edilen tarihlerde (2003) sadece life-style, amiyane tabiriyle yeme-içme yazıları yazıyordu. Nasıl, niçin ve hangi akla hizmetle o listeye girdiğine şaşırmakla birlikte, geçen en haftanın en değerli yazarı sayabiliriz pekâlâ kendisini. Aköz’ün bir haftadır çıkardığı yaygara ve “ben neymişim be abi?” havalarına bakarsanız, darbe planında yer almanın ekonomisini daha iyi anlayabilirsiniz. Öte yandan darbe planında “işbirliği” yapılacak gazeteciler listesinde yer alanların kırgınlığı ve itirazları da cabası. Bir de iki tarafta da yer almayanların kendilerini değersiz hissetmesi var tabii. Öyleyse köşe yazarlarımızın bugünlerde iyi performans gösterip, uzun vadeli yatırımlar yaparak 2015-2016 civarında ortaya çıkacak darbe planlarında yer almalarında fayda var.
PREMIER GEZİLERE KATILMAK
Geçtiğimiz pazar Ayşe Arman’ın röportajı köşe yazarının değeriyle ilgili bambaşka bir kriteri daha gösteriyordu. Hıncal Uluç, Mehmet Y. Yılmaz ve Metin Münir’den oluşan bir ekiple bir bankanın davetlisi olarak Londra’ya giden Arman, oradaki izlenimlerini yazmıştı. Gezinin amacı, bankanın yeni kredi kartının yarattığı ayrıcalıkları değerli köşe yazarlarına yaşatmaktı. Uçağa kadar özel araçla gitmeler, limuzinle karşılanmalar, Michelin yıldızlı şeflerin restoranlarında yemek yemeler vs. Hıncal Uluç’un kendi yazısındaki cümlelerle yazarsak; “İngiltere’nin en asil, ya da dünyanın en zengin insanı Londra’da dört gün planlasa, daha iyisi olmazdı.”
İngiltere’nin en asil ya da dünyanın en zengin insanının ağırlanacağı gibi ağırlanan bir köşe yazarımız varsa bize elbette gururlanmaktan başka bir şey düşmez. Bu, Özkök’ün “en değerli köşe yazarı kim?” sorusuna da bir kriter teşkil eder. Ama aynı gezide Ayşe Arman’a verilen röportajda Hıncal Uluç’un “Ben Türkiye’de gazetecilik bitti diyorum. Ne ciddisi, ne bulvarı kaldı” sözleri de ayrı bir ironi. Eksi bilmem kaç derece soğukta Ankara sokaklarında haklarını arayan TEKEL işçileri orada dururken bu ayrıcalıklı geziyi ballandıra ballandıra anlatmak ve TEKEL işçilerinden hiç bahsetmemek gazeteciliğin nasıl bittiğini yeterince açıklıyor zaten.
CEVAP
Ertuğrul Özkök, hâlâ “en değerli köşe yazarı kim?” sorusunun cevabını arıyorsa, yazdığım iki kriteri de dikkate almalı bence. Diğer taraftan Uğur Mumcu tipi gazeteciliği demode ilan edip, bu sistemi inşa etmesiyle o her zaman ‘en değerli köşe yazarı’ zaten. Bence asıl derdi en değerli ikinciyi, üçüncüyü ve diğerlerini bulmak olmalı.

Yazının BirGün linki için tıklayın

Çarşamba, Ocak 20, 2010

KÖŞELERDE İŞÇİLERE YER YOK MU?



BUGÜNKÜ BİRGÜN YAZIM TASTAMAM AŞAĞIDA DOSTLAR:

Medyadan nasıl umudu kestiysem, Ankara’daki TEKEL işçilerine destek mitingini yerinde görmeden rahat edemeyecektim. Arkadaşım Tuna Kiremitçi de “hadi gidelim” deyiverince hiç ikiletmedim. “İki kişi iki kişidir” diye gittik, heyecanlandık, umuda kapıldık ama bunların hiçbirini anaakım medyada göremedik. Genel olarak iç sayfalarda birer ufak haber ve birer manipülatif başlıkla geçiştiriverdiler konuyu.
Köşe yazarlarımızın gündeminde ise hemen hemen hiç yok gibiydi TEKEL işçileri. Nitekim ‘çok daha önemli’ meşgaleleri vardı kendilerinin. Ağırlıklı olarak hemen mitingten sonraki günün gazetelerinden ve köşelerinden hareketle, medyanın TEKEL işçilerine destek mitingini nasıl gördüğünü bir incelemek istedim bu hafta. Üstelik eyleme katılıp, yaşananları gözlerimle gördüğümden, içim çok rahat bunları yazarken.

İŞGALCİ İLAN EDİLDİLER
On binler bir araya geldi, haklı taleplerini aktardılar ama anaakım medyamız mitingi Türk-İş işgali olarak görmekte ısrarcıydı. Zaman, Yeni Şafak, Sabah triosu başta olmak üzere pek çok gazete; ‘işgal, baskın’ gibi ifadelerle bu tavrı iyice keskinleştirdi, Haberi 8. sayfadan veren Zaman gazetesinin “işçiler kendilerini 34 gündür Ankara’da misafir eden Türk-İş’in genel merkezine yürüdü” ifadesi de dikkat çekiciydi. Bu ifade üzerine, “kimin parasıyla kimi misafir ettiler, yoksa Türk-İş’i de Deniz Feneri gibi bir yardım kuruluşu mu zannediyorsunuz?” diye sormadan duramıyorum. Ey Zaman gazetesi yazıişleri, bilmem farkında mısınız ama işçilerin maaşlarından kesilen parayla ayakta duruyor o sendikalar. Başkanı suya sabuna dokunmayan bir konuşma yapıp, işçilerin talep ettiği genel grevden hiç bahsetmesin diye değil yani. İçiniz rahat olsun, Türk-İş’in kuruluş amacı zaten oradaki işçilere sahip çıkmak.

MİTİNGDEN KİMLER BAHSETTİ?
Ertesi gün anaakım gazetelerin köşelerinde on binlerin son derece gerçek taleplerle bir araya geldiği miting, hemen hemen hiç yer bulmadı. Halihazırda mitinge beraber gittiğim Tuna Kiremitçi, böyle konuları hiç atlamayan Umur Talu, mitingi Twitter’dan dakika dakika bildiren ve Akşam gazetesinde işleyen Serdar Akinan haricinde konuya değinen yoktu. Dün de Ahmet Hakan, kendi gazetesi başta olmak üzere bu konuda diğer gazetelerin neden suskun kaldığını sorarak şaşırtıyordu; ona da haksızlık etmeyelim.

KÖŞELERDE NELER VARDI?
Onun yerine Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’na övgüler, Mustafa Sarıgül hareketine dikkat çekmeler, ‘sivil dikta yok efendim’ diye Başbakan’ı ve hükümeti canhıraş savunmalar vardı. Tabii, Mehmet Ali Ağca’nın tahliyesini konu alanlar ve katledilmesinin üçüncü yılında kardeşimiz Hrant Dink’i ananlar da vardı. Ama insan, köşelerinde bolca “demokratikleşmeden” söz edilen bir ülkede, on binlerce işçinin bir araya gelip en demokratik haklarını talep etmesinin de coşkuyla karşılanmasını bekliyor. Haksız mıyım, bu sene herhalde tarihinde hiç edilmediği kadar demokrasiden bahsedilmiştir bu ülkede? Sembolik değer taşıyan ve bir şeylerin başlangıcı gibi görünen bir işçi hareketinin bunca tepkisizlikle karşılanması çelişkinin boyutunu gösteriyor öte yandan. Elbette mitinge daha önce değinmiş ve pazartesi yazı günü olmadığı için sonra değinecek istisna kabilinden yazarları hariç
tutuyorum bu eleştiriden.

SOSYAL MEDYA ÖNEMLİ
Mitingi yerinde görmüş biri olarak diyebilirim ki, bu defa medyaya rağmen bir şeyler olacak gibi. İşçiler bu kez fevkalade kararlı. Pazartesi günü Vatan gazetesindeki köşesinde Tuna Kiremitçi’nin de yazdığı gibi yakından bu kadar haklı insanı bir arada görmemiştik. Orada gerçek bir şeyler vardı. Ancak medya bu gerçeği eğip bükmeyi ya da hiç görmemeyi tercih ediyor. O yüzden gelecekte köşe yazarlığını bitireceğini düşündüğüm sosyal medyayı (Twitter, Facebook, Friendfeed bloglar vs) etkili bir şekilde kullanmanın günleri bu günler. Tanık olduğum kadarıyla kullanılıyor ve kullanılacak da.

BU KONULARA GİRMEYELİM
Köşe yazarları ve medya varsın tepkisiz kalsın. Varsın köşe bucak kaçsınlar işçilerden. Bir gün işsiz kalırlarsa onların yerine de bağırabilecek bir kalabalık vardı Ankara’da. İşçiler, türkü dinlemeye değil, hakkımızı aramaya geldik diye, Türk-İş’in düzenlediği Alişan konserini yaptırmadılar mesela. Alişan da, “Bu konulara girmeyelim / olay bitmiştir büyütmeyelim” sözlerini içeren şarkısını köşe yazarlarına söyleyip konser açığını kapatsın artık

Çarşamba, Ocak 06, 2010

KÖŞE YAZARLARINA GENÇLİK REÇETESİ



BUGÜNKÜ BİRGÜN YAZIM AŞAĞIDA DOSTLAR:

Pascal Bruckner, Türkçeye ‘Güzellik Hırsızları’ diye çevrilen romanında, gençliği; ‘insanın kefaretini hayatı boyunca ödediği geçici bir ayrıcalık’ diye tanımlar. Geçtiğimiz günlerde Zaman gazetesinde Murat Tokay tarafından yapılan bir inceleme, Türkiye’de köşe yazarlarının mesleki anlamda öyle kolay kolay emekli olmadığını, yani gençliğin sahip olması gereken ayrıcalıktan neredeyse hayatları boyunca yararlandıklarını gösterdi. Peki, onlar emekli olsa, yerlerini dolduracak gençler ne durumdaydı? Onu da Medyatava’da Neslihan Acu nedenleriyle açıkladı. Acu’ya göre, zamanımızın gençliğinin durumu umutsuzdu; yaşını başını alsa da beyninin pırıltısını yitirmemiş, yüreği genç gazetecilere bel bağlamaktan başka çaremiz yoktu. Bu konuda hâlâ küçük bir umudum olsa da, karşılaştığım örneklerin çoğu Neslihan Acu’yu doğruluyor.
Öyleyse, köşe yazarları ne yapmalı da genç kalmalı? Bu haftaki Köşe Vuruşu’nun sorusu bu.

VİCDANINI KORUYARAK
“20’sinde solcu olmayan vicdansız, 40’ında hâlâ solcu olan ise akılsızdır” sözünü farklı şekillerde de olsa çoğumuz duymuşuzdur. Belirli bir yaştan sonra vicdanın yerini ‘akla’ bırakması gerektiğini söyleyen bu söze katılmayabilirsiniz. Ancak burada vicdanın gençlikle ilişkilendirilmesi önemlidir. Bu ülke öyle köşe yazarları görmüştür ki, gazeteciliğe yeniliği, gençliği getirdi diye yüceltilmelerine rağmen, vicdansız yazılar yazmış, başlıklar atmışlardır. O yüzden genç kalmanın belki de en iyi ölçüsü vicdandır. Vicdanını kaybetmeyenler, kimileri onlara akılsız dese de, hep gençtir, genç kalır. Mesela vicdanı olan gazeteci, linçe uğrayıp ülkesini terk etmek zorunda kalan birinin ardından ‘Vay şerefsiz!’ diye başlık atmaz. Mesela, insanların diri diri yakıldığı bir katliamı ‘otelde çıkan yangın’ diye önemsizleştirmez.

UMUDUNU YİTİRMEYEREK
Umut, ‘nedensiz bir çocuk ağlaması’nda bile ‘çok sonraki bir gülüş’ün başlangıcını gören şair tavrında gizlidir. Umudunu yitirmemiş herkes gençtir. Toplumun bir kısmını ‘göbeğini kaşıyan adam’ diye ötekileştirip onlardan umudunu kesmeyen yazar, hangi yaşta olursa olsun gençtir. Genç yazar, bir kuşağı yok etmiş, umutlarının üzerine balyoz indirmiş 12 Eylül darbesi hakkında güzelleme yazıları yazmaz mesela. 70’lerde bir umuda doğru yolculuk yapmış gençlere, “70’lerdeki gençler hastalıklıydı” diyen yazar da, ne kadar genç köşe yazarı diye tanımlansa da erken yaşlanmıştır. Genç kızlarla sarmaş dolaş fotoğraflar çektirip ‘seksi vücudunu’ sergilemesi bile bu gerçeği değiştirmez. Türkiye’de statüko deyince ilk akla gelen siyasetçi eskisini ‘ağabey’ kontenjanıyla yeniden siyasete sürmeyi düşünmek de gençlikle bağdaşmaz.

BAŞKALDIRARAK
Gençlik her türlü iktidara karşı başkaldırının çağıdır. Evde aileye, okulda öğretmenlere, sokakta haksızlıklara karşı ses vermenin çağıdır. Yaşınız ne olursa olsun bir iktidar odağının yamacına sığınıp, onun haksızlıklarını savunmaya başladıysanız gençlik sizi çoktan terk etmiş, hesabın kitabın çağı başlamıştır. Ahmet İnsel’in bir yazısında dediği gibi, ‘iktidar şüpheye mahal’ bir müessesedir. Gelecek endişesi ve kendinizi garantiye alma hissiyle iktidardan şüphe etmeyi bir kenara bırakırsanız, zaten çoktan yaşlanmışsınızdır. Oysa gençlik, yarın yokmuşçasına umursamaz olmayı gerektirir. Bugünkü iktidarı, canhıraş savunmaya kendini adamış yazarları gençlik çoktan terk etmiştir bu yüzden.

Vicdanlı kalarak, umut ederek, başkaldırarak geçmiş bu altın çağ, keşke tüm hayata yayılsa. Köşe yazarları da hep genç kalsa. Üstelik adı üzerinde ‘köşe yazarı’ da diyoruz aslında. İnsanın, dokundukça batan cinsten sivri köşeleri kalmalı şu hayatta. Onlar yuvarlaklaştıkça olgunlaştığını sanır, çünkü insan. Yaşlanıyordur oysa. Yuvarlağı köşeliymiş gibi gösteren en iyi örnek ruhu yaşlı köşe yazarlarıdır bu nedenle. Özdemir Asaf , ‘yuvarlağın köşeleri’nden bahis açmış olsa da, yuvarlağın köşeleri şiir haricinde öyle kolay kolay görünmez başka türlü.